Büyük Atatürk (Atatürk, Mustafa Kemal) Millî Mücadele
yılları sonrası zaten sahip olduğu askeri, toplumsal ve toplum psikolojisi
deneyimlerine belki de daha büyük ve daha önemli bir tecrübe kattı. Savaşçı
Osmanlı ordu geleneğinden gelen bu aydın asker sonraları özündeki barışçıl
fikirlerle, dünyaya bir ders ve de mesaj niteliğindeki meşhur sözünü
söyleyecekti: “Mecbur kalınmadıkça savaş, cinayettir.”
Mutlaka şu veya bu sebepler için milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Hakiki düşüncem şudur: Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz” diye savaşa girebiliriz. Ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir.(1923, Adana) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 128)
Ardından gelecek olan “Yurtta sulh, cihanda sulh.”, “Barış ulusları refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur.”, “Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.” söylemleri, esas olanın barış olduğunu vurgular nitelikteydi. Dünyaya verilmek istenen bir mesaj vardı. Bu, savaşın ve savaşın neden olduklarının anlamsızlığına, katlanılmazlığına ve insanlık dışılığına verilmek istenen bir mesajdı.
Bu söylemler çok değerlidir. Özünde, pasifist
anlayışın Mustafa Kemal Atatürk tarafından yorumlanmasıdır. Atatürk’ün yorumu geleneksel
pasifizm ile hümanizmin harmanıdır. Bu şu demektir: Atatürk’ün savaş ve
savaşmak konusundaki fikirleri halen geçerlidir. Uygulanmalıdır ve
geliştirilmelidir.
Vurgu yaptığım geleneksel pasifizm üzerinde
biraz durmakta fayda var. Pasifizmi, 20. Yüzyıl mantalitesi ile incelediğimizde
Atatürk’ün yorumuna benzer az sayıda yoruma rastlamamız mümkün. Bu yorumların
ve felsefenin uygulanması için ise yorumun 21. Yüzyıl şartlarına göre
geliştirilmesi, takviye edilmesi ve gerektiğinde kısmen değiştirilmesi
lazımdır. Mustafa Kemal Atatürk, savaşmanın mecbur kalınmadıkça canice ve
insanlık dışı bir eylem olduğundan bahseder. 20. Yüzyıl için bu çağın çok
ötesindeydi. Üstelik dönemin Anadolu kültürü ve anlayışı incelendiğinde bu
kabul edilmesi güç bir yorumdu. Bunun tarihsel ve geleneksel yorumları
fazlacadır. Üstünde durmamız gereken nokta, müdafaa savaşının etik olup
olmadığıdır.
Müdafaa savaşı 20. Yüzyıl dünyasında ahlaki
olarak kabul edilirdi. Bu, günümüzde halen kabul edilmekle birlikte pasifist
çevrelerce doğrudan reddedilir. Müdafaa savaşının etik olup olmadığı konusunda
anlaşılması gereken, savaşın öyle ya da böyle reddedilmek zorunda olduğudur.
Hiçbir gerekçe savaşı haklı kılamaz. Karşı atak, müdafaa, saldırı; bunların
hepsi aynıdır ve hepsi de savaştır. Bir lider olarak Mustafa Kemal Atatürk,
savaşı tümden reddedemezdi. Devletin ve halkın bu denli önemli konumundaki
şahsiyetlerin yeri geldiğinde pragmatik davranması doğal karşılanmalıdır. Şayet
Atatürk savaşı tümden reddetmiş olsaydı, Türkiye toplumu çok daha ayrışmış,
separe edilmiş olurdu. Toprak bütünlüğü, mevcut merkezi otorite söz konusu bile
olamazdı. Millî Mücadele’nin bir önemi ve anlamı kalmazdı. Toplum bütünlüğü
tümden yok olurdu. Bu yüzden Atatürk’ün savaş üzerine söyledikleri dinamiktir
ve dinamikliğini korur. Dönemin gerekliliklerine göre söylenmiş sözler, dönemimize
rahatça uyarlanabilir ve uygulanabilir.
Savaşın komple reddedilmesinin birçok dayanağından
yalnızca biri de Mustafa Kemal Atatürk’ün, dinamizm çerçevesinde farklı
dönemlere uyarlanabilecek yorumu ve felsefesidir. Bütünüyle bir dogmadan ibaret
olan “müdafaa savaşı etiktir” düşüncesi, bu analiz ile çürütülmüştür.