Konular

Haziran 15, 2019

Savaş ve Savaşmak Üzerine: Pasifizm ve M. K. Atatürk'ün Barış Politikası


Büyük Atatürk (Atatürk, Mustafa Kemal) Millî Mücadele yılları sonrası zaten sahip olduğu askeri, toplumsal ve toplum psikolojisi deneyimlerine belki de daha büyük ve daha önemli bir tecrübe kattı. Savaşçı Osmanlı ordu geleneğinden gelen bu aydın asker sonraları özündeki barışçıl fikirlerle, dünyaya bir ders ve de mesaj niteliğindeki meşhur sözünü söyleyecekti: “Mecbur kalınmadıkça savaş, cinayettir.”

Mutlaka şu veya bu sebepler için milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Hakiki düşüncem şudur: Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz” diye savaşa girebiliriz. Ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir
(1923, Adana) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 128)


Ardından gelecek olan “Yurtta sulh, cihanda sulh.”, “Barış ulusları refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur.”, “Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.” söylemleri, esas olanın barış olduğunu vurgular nitelikteydi. Dünyaya verilmek istenen bir mesaj vardı. Bu, savaşın ve savaşın neden olduklarının anlamsızlığına, katlanılmazlığına ve insanlık dışılığına verilmek istenen bir mesajdı.


Bu söylemler çok değerlidir. Özünde, pasifist anlayışın Mustafa Kemal Atatürk tarafından yorumlanmasıdır. Atatürk’ün yorumu geleneksel pasifizm ile hümanizmin harmanıdır. Bu şu demektir: Atatürk’ün savaş ve savaşmak konusundaki fikirleri halen geçerlidir. Uygulanmalıdır ve geliştirilmelidir.

Vurgu yaptığım geleneksel pasifizm üzerinde biraz durmakta fayda var. Pasifizmi, 20. Yüzyıl mantalitesi ile incelediğimizde Atatürk’ün yorumuna benzer az sayıda yoruma rastlamamız mümkün. Bu yorumların ve felsefenin uygulanması için ise yorumun 21. Yüzyıl şartlarına göre geliştirilmesi, takviye edilmesi ve gerektiğinde kısmen değiştirilmesi lazımdır. Mustafa Kemal Atatürk, savaşmanın mecbur kalınmadıkça canice ve insanlık dışı bir eylem olduğundan bahseder. 20. Yüzyıl için bu çağın çok ötesindeydi. Üstelik dönemin Anadolu kültürü ve anlayışı incelendiğinde bu kabul edilmesi güç bir yorumdu. Bunun tarihsel ve geleneksel yorumları fazlacadır. Üstünde durmamız gereken nokta, müdafaa savaşının etik olup olmadığıdır.

Müdafaa savaşı 20. Yüzyıl dünyasında ahlaki olarak kabul edilirdi. Bu, günümüzde halen kabul edilmekle birlikte pasifist çevrelerce doğrudan reddedilir. Müdafaa savaşının etik olup olmadığı konusunda anlaşılması gereken, savaşın öyle ya da böyle reddedilmek zorunda olduğudur. Hiçbir gerekçe savaşı haklı kılamaz. Karşı atak, müdafaa, saldırı; bunların hepsi aynıdır ve hepsi de savaştır. Bir lider olarak Mustafa Kemal Atatürk, savaşı tümden reddedemezdi. Devletin ve halkın bu denli önemli konumundaki şahsiyetlerin yeri geldiğinde pragmatik davranması doğal karşılanmalıdır. Şayet Atatürk savaşı tümden reddetmiş olsaydı, Türkiye toplumu çok daha ayrışmış, separe edilmiş olurdu. Toprak bütünlüğü, mevcut merkezi otorite söz konusu bile olamazdı. Millî Mücadele’nin bir önemi ve anlamı kalmazdı. Toplum bütünlüğü tümden yok olurdu. Bu yüzden Atatürk’ün savaş üzerine söyledikleri dinamiktir ve dinamikliğini korur. Dönemin gerekliliklerine göre söylenmiş sözler, dönemimize rahatça uyarlanabilir ve uygulanabilir.

Savaşın komple reddedilmesinin birçok dayanağından yalnızca biri de Mustafa Kemal Atatürk’ün, dinamizm çerçevesinde farklı dönemlere uyarlanabilecek yorumu ve felsefesidir. Bütünüyle bir dogmadan ibaret olan “müdafaa savaşı etiktir” düşüncesi, bu analiz ile çürütülmüştür.

Nisan 23, 2019

23 Nisan 2019'da Atatürk'ü ve 23 Nisanları Anlamak

Mustafa Kemal Atatürk, arkasındaki iyi yetişmiş ve bilinçli yüzlerce Osmanlı aydını gibi müthiş bir liderlik ve toplum mühendisliği zekasına sahipti. Bu vatansever aydın ekibin askeri, siyasi ve elbette entelektüel birikimine sahip Mustafa Kemal'in, Türkiye Cumhuriyeti'ni yok olmaya mahkûm bırakılmış Osmanlı Devleti'nden yeniden kurarkenki bilinci ile o günleri çocuklara gözü arkada kalmadan emanet ettiği bilinç, aynıdır. Çünkü yurdun bittabi kendi jenerasyonundan, onların yetiştirdiği gençliğe aktarılacağını biliyordu.

İnşa edilen yeni ekonomi, eğitim ve hukuk sistemlerinin bozulmadan bilakis gelişerek korunması gerekiyordu. İşte buna binaen dönemin okullarında, kitle iletişim araçlarında aşılanmaya çalışılan "yurtsever gençlik" felsefesi, kısmen de olsa sonraki nesle yani çocuklara aktarılabilmişti. Bunun önünde bazı siyasi engeller vardı. Amerika Birleşik Devletleri destekli darbeler, bıkkın sağ partiler, Atatürk'ün çizgisinden kayan politikacılar, Marshall Planı bu engellerin en belirgin olanlarıdır.

Günümüze gelecek olursak, halkın "23 Nisan" anlayışını ne kadar benimsediğini, ve hatta nasıl benimsediğini incelemek gerekir. Okullardaki Atatürk ve cumhuriyet tarihi eğitimi ne kadar yeterlidir? Çocuklar, gençler hem kendi tarihinden hem de dünya tarihinden bihaber yetişiyor. Okullarda verilen tarih eğitimi yetersizdir. Önce Orta Asya'dan başlanıp daha sonra Osmanlı tarihi işlendikten sonra cumhuriyet tarihine geçiliyor. Dünya tarihi denildiğinde Fransız İhtilali, Dünya Savaşları gibi en temel bilgiler dışında tarihe yöne veren diğer olaylara kitaplarda yer verilmiyor.

Atatürk'ün sonraki nesillere aktarmak istediği 23 Nisanlar, günümüz 23 Nisanları gibi midir? Yüz milyon liralık araçlarıyla ulaştıkları merkezlerde protokolde gösterileri izlemeye zahmet edenler, daha sonra diğerleri ile birlikte Anıtkabir'e doğru yol alıyor. Buradaki her özel gün yapılan formalite icabı gösteriler de bittikten sonra gün şöyle bir toparlanıp daha öğleye gelmeden sona erdiriliyor. Bakanlar Kurulu'nda koltuklarından cebren ayrılanların yerine özenle seçilmiş "Yeni Türkiye"nin çocukları biraz oturuyor ve başkancılık oynuyorlar.

Tabii ki bu acizane etkinliklerin yanında hala sağduyulu kararlar alabilen idare grupları okullarında gerçek 23 Nisan gösterileri de düzenliyor. Cumhuriyet'in bir zamanlar yaratmaya çalıştığı o parlak, aydın, yurtsever gençliği şimdi unutup en ağır ithamlarda bulunanların aksine bazı gruplar var gücüyle çalışmaya devam ediyor.

Unutulmamalıdır ki, cumhuriyetimizi kuran birikim bir ihtimal sekteye uğramışsa bile o birikim bugün tekrar toparlanmıştır. 23 Nisanları, işte bu birikimin yetiştirdiği ve yetiştirecek olduğu çocuklar kutlayacak ve bu cumhuriyeti ileri taşımaya devam edecektir.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu ve mutlu olsun.